Hepimizin “Canım bir şey yapmak istemiyor” dediği
zamanlar olmuştur. Canınız sağ olsun, yapmayın... Bir gün iki gün kendinizi
dinlendirmenizde hiçbir mahsur yok. Hiç bir şey yapmak istememe haliniz uzarsa,
örneğin bir hafta on günü aşarsa iş değişir. Hele birlikte iç sıkıntısı,
ağlama, hayattan zevk almama, mutsuzluk gibi bulgular da varsa aklımıza “depresyon”
gelir.
Araştırmalar depresyon sıklığının son 40 yıl içinde 10 misli arttığını
gösteriyor. Yalnız bunla kalsa iyi, depresyonun görülme yaşı da gittikçe
düşüyor. 40 yıl önce ilk depresyonun görülme yaşı ortalama 30 iken günümüzde
13-14 yaşındaki çocuklara “depresyon” tanısı konuyor. Konuyu
dağıtmayalım “Canınızın bir şey yapmak istememesi” hali depresyonun
diğer bulguları ile birlikteyse bir uzmana
görünmenizde yarar var. Eğer iş depresyon boyutlarında değilse veya can
sıkıntısından biran önce kurtulmak istiyorsanız aşağıda söylediklerime kulak
verin.
DUYGULAR HAREKETLERİ TAKİP EDER
Hepinizin
en az bir kere başına gelmiştir, canınızın çok sıkıldığı ve hiçbir şey yapmak
istemediğini gören bir arkadaşınızın ısrarı ile zorla evden dışarı çıkmış, bir
partiye veya alışverişe gitmiş, bir süre sonra kendinizi daha iyi
hissedip “iyi ki geldim” demişsinizdir. İşte “Duygular
hareketleri takip eder” derken kastettiğim şey budur. “Bazen
canımız istemese de kendimizi zorlayarak yaptığımız hareketler ruh halimizi
olumlu yönde etkiler.”
Ruh halimizi olumlu yönde etkileyen hareketlerin başında yürümek gelir.
Yürümek, en az altı milyon yıldır yaptığımız nerdeyse yemek yemek, su içmek
kadar doğal bir harekettir. Aklınızda olsun, “Canım hiç bir şey yapmak
istemiyor” dediğiniz bir anda dışarı çıkıp yürümeye başlayın. Hedefsiz ve
amaçsız... Hızlı veya yavaş fark etmez, etrafınızı gözleyerek, gökyüzünü
seyrederek, çevrenizi dinleyerek yürüyün. Ne kadar iyi geldiğini görecek, bana
hak vereceksiniz...
ARKADAŞ EDİNİN
Ruh halimizi olumlu yönde etkileyen bir diğer aktivitede arkadaşlarımızla
yaptığımız sohbetlerdir. Biz insanlar, bu dünyada yaşayan pek çok canlı gibi
topluluklar halinde yaşamaya programlanmış “sosyal yaratıklarız.”
Maymunlar gibi birbirimizin bitlerini ayıklamayız ama yan yana durmayı,
dokunmayı, teması, sohbet etmeyi severiz. Bu yüzden canınızın bir şey yapmak
istemediği zamanlarda bir arkadaşınıza gitmek ya da onu yanınıza çağırmak ruh
halinizi bir anda değiştirebilir. Ne demiştik; “duygular hareketleri takip
eder.” Bir iki cümle, bir kahve, eski bir anı bir bakmışsınız gülmeye
başlamışsınız...
Arkadaş edinmekten daha zor olanı arkadaş kalmaktır. İnsanlar yaşlandıkça daha
seçici olur, yeni arkadaş edinmekte zorlanırlar. Biraz da huysuz ve
alıngansanız tamam, bir bakıverirsiniz ki en ihtiyacınız olduğu zamanda etrafınızda
arkadaş namına kimse kalmamış. Son günlerde zengin sosyal hayatın insan ömrünü
uzattığına dair yayınlar okuyoruz. Sosyal hayat diyince aklınıza dans partileri
gelmesin, bildiğimiz arkadaşlık ilişkilerinden bahsediyorum. Avustralya
kaynaklı bir çalışma çok arkadaşı olan yaşlıların ölüm risklerinin arkadaşı
olmayanlara göre % 22 daha az olduğunu gösterdi. Bir başka çalışma arkadaşı
olmayanların şişmanlamaya daha yatkın oldukları gösteriyor. Harvard’lı
doktorlar Alzheimer olmak istemeyenlerin arkadaş sayılarını artırmalarını
tavsiye ediyorlar, nedeni de arkadaşlık bağlarının beyin fonksiyonlarını
güçlendirmesi. Sorunlarını birbiriyle paylaşan, iyi ve kötü günlerde yan yana
olan arkadaşlar, birbirlerinin hayatta kalma ve hastalıklarla mücadele etme arzusunu
artırıyorlarmış. Meme kanserli kadınlar üzerinde yapılan bir çalışma ise ondan
fazla arkadaşı olanların ölüm risklerinin arkadaşı olmayan kadınlara göre dört
misli daha az olduğunu göstermiş.
SOPANIZI
BULUN
Hepimiz biliyoruz ki canı sıkılan kişiler genellikle herhangi bir hedefi, arzusu olmayan veya varsa bile o hedefe ulaşmak için yeterli motivasyondan yoksun kişilerdir. Amerikalı psikanalist Alan Wheelsin aşağıdaki gözlemi çok etkileyicidir:
"Olur da eğilip yerden bir sopa alacak olursam, köpeğim önüme düşüyor hemen. Beklenen şey gerçekleşti işte. Köpeğin bir görevi var artık... Görevinin içeriği hakkında kafa yorması gerektiğini hiç düşünmüyor. O an düşünebildiği tek şey, görevini yerine getirmek. O sopayı kapıp getirmek için, mesafeyi dikkate almaksızın, karşısına çıkan her engeli aşarak koşuyor ya da yüzüyor. Sopayı alınca da onu geri getiriyor: Zira görevi sopayı almakla sınırlı değil, onu geri getirmesi de gerekiyor. Buna rağmen, bana yaklaştıkça adımlarını yavaşlatıyor. Sopayı bana verip görevini sona erdirmek istese de, yapması gerekeni yapmaktan, tekrar bekleme konumuna geçecek olmaktan nefret ediyor."
Hayatımız boyunca peşinden koşacağımız bir sopa olmak zorunda. Bazen bizim için bu sopayı toplum, çevremiz, ailemiz fırlatır. Örneğin en azından ilkokulu, liseyi bitirmek zorundayızdır. Bazen başkalarının attıkları sopanın peşine düşmek istemeyiz. Etrafınıza bir bakın sopa fırlatmakta zorlanmayan ve kendi sopasını kendisi atan kişiler genellikle mutlu olanlardır. O halde can sıkıntısını gidermenin üçüncü yolunun iyi kötü, küçük büyük bir amaç için motive olmak olduğunu söyleyebiliriz.
Sevgiyle ve Mutlu Kalın
Cengiz SOYKÖK GELİŞİM 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder